21-02-2022 Saat 20:43
(Son Düzenleme: 21-02-2022 Saat 20:44, Düzenleyen: Hüseyin120.)
SERDAR YILDIRIM FABL HİKAYELERİ
ŞANSSIZ KÖYLÜNÜN ŞANSI
Köylünün birinin hiç şansı yokmuş. Doğuştan şanssızmış. İşleri ters gidermiş. Günlerce uğraşmış, tarlasını kazmış, tohum atmış. Sonbahar yağmurları başlamış ama çevredeki tarlalara yağmur yağmasına karşın, şanssız köylünün tarlasına bir damla yağmur düşmemiş. Köylü çaresiz dereden taşıma suyla tarlasını sulamış.
Mart ayında hava ısınmış, güneş çıkmış, tarlalarda ekinler boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya, ağaçlar çiçek açmaya başlamış. Bu yalancı bahar uzun sürmemiş, aniden yağan dolu tarlaları alt üst etmiş. Tahmin ettiğiniz gibi, şanssız köylünün tarlasına dolu yağmamış, o da bol ürünü, şu yokluk zamanında iyi bir fiyata satarak zengin olmuş.
Şansım yok diye dövünme, şanslıyım diye sevinme. Devran döner ve öyle bir gün gelir ki, şansım yok diyen sevinir, şanslı dövünür.
-----------------------------------------------------------
DOMUZUN AŞKI
Genç bir erkek domuz, genç bir dişi domuza âşık olmuş. Ona aşkını anlatmış ve aşkına karşılık bulmuş. Bir gün genç domuz, bir kutu çamur hediye götürerek dişi domuzu babasından istemeye gitmiş. Dişi domuzun babası bir kutu çamuru az bulmuş ve içinde çamur banyosu yapabileceği kadar geniş bir çamur havuzu istemiş.
Genç domuz, babanın bu isteğini karşılayıp, dişi domuzla evlenmiş. Dört ay sonra on tane yavrusu olan genç evliler, dededen izin alarak, yavrularıyla birlikte çamur havuzunda yuvarlanmışlar. Bu çamur, onların derilerindeki parazitlerden kurtulmalarını sağlarmış. Böylece sağlıklı ve zinde olmuşlar.
Sanma ki anneler ve babalar gençlerin kötülüklerini isterler. Onlar, şunu bunu istedi diye kızılmaz. Böylece bazı şeylerin geri dönüşümü kolaylaşır.
-----------------------------------------------------------
KURDUN TİLKİYE OYUNU HAZIRLADI SONUNU
Kurdun biri tilkinin mağarasını elinden almak için, yalancıktan kavga çıkarmış. Bunun üzerine tilki kurdu dövünce, kurt ağlayarak aslanın huzuruna çıkıp olanları anlatmış ve tilkinin kendisini döverek, mağarasını sahiplendiğini söylemiş. Kurda inanan aslan mağarayı tilkiden alarak kurda vermiş ve tilkiyi ormandan kovmuş.
Tilki bunun altında kalır mı, ona boşuna kurnaz dememişler. Ormanı terk edip giderken, kurdun aslanın tahtında gözü olduğunu etrafa yaymış. Bunu duyan aslan kurdu yakalayıp öldürmüş, mağarayı tilkiye geri vermiş ve tilkiyi yardımcısı yapmış.
Birine tuzak kurmak istiyorsan vazgeç, alelacele kazdığın derin olmayan çukura o basar, çıkar ama sen onun kazdığı derin çukura bastığında bir daha çıkamazsın.
-----------------------------------------------------------
ODUNCUNUN İKİ KIZI
Oduncunun iki kızı varmış. Kızlardan biri zengin ama gönlü fakirle, diğeri fakir ama gönlü zenginle evlenmek istermiş. Sonunda bu kızlar muratlarına ermişler ve istedikleri gibi birer koca bulmuşlar.
Zengin olan katı yürekli ve cimri, fakir olan yufka yürekli ve eli açıkmış. Zenginle evlenen kızın kocası paraya acımış, karısına yıllarca elbise almamış, cebine beş kuruş koymamış. Fakirle evlenen kızın kocası paraya acımamış, her sene bir elbise almış, cebine kuruşları koymuş.
Zenginle evlendim diye sevinme, fakirle evlendim diye yerinme. Bu iş kısmet işi, zengin olsun, fakir olsun, evleneceğin olmalı er kişi.
-----------------------------------------------------------
KEDİLER VE FARELER
İki katlı villanın iyi kalpli ama uykucu bir kedisi varmış. Villanın sahibi olan adam ve karısı sabah erkenden bürolarına gidince bütün gün yan gelip yatarmış.
Bir gün buraya anne fare ile dört yavrusu gelmiş. Salonun köşesine yuvalarını hazırlayıp, mutfaktan yiyecek aşırmaya başlamışlar.
Günler geçip gittikçe fareler burasını çok sevmişler ama kediye bir türlü ısınamamışlar. Kendilerine nazik davranan, yiyeceklerin yerini gösteren kediyi sonunda kovmuşlar. Villa sahibi, bakmış kedi gitmiş, yerine Canavar adında bir kedi satın almış. Canavar, bırak farelerin mutfağa gitmesine, burunlarını yuvadan çıkarmasına izin vermemiş.
Yavrularıyla birlikte aç kalan anne fare bir fırsatını bulup villadan kaçmış ve iyi kalpli ama uykucu kediyi ormandaki bir kulübede bulmuş. Ona durumu anlatmış, af dilemiş ama kedi kesinlikle geri dönmemiş. Daha sonra yavrularını yanına alan anne fare, gözyaşları içinde, villadan ayrılmış. İyi kalpli ama uykucu kediyi ne kadar sevdiğini hep yavrularına anlatmış.
-----------------------------------------------------------
BAL ARISI VIZ VIZ
Bal arısı vız vız uçarken, bir evin duvarına çarpıp, yere düşmüş. Bir süre baygın kaldıktan sonra kendine gelmiş. Sağ tarafında büyük bir acı hissetmiş. Kanadı yerinde yokmuş. Anlamış ki kopmuş. Kanadını arayıp bulmuş ama yerine takamamış. Bu duruma çok üzülmüş. Kopan sağ kanadını sol kanadının altına kıstırmış. Ormana doğru yürümüş. Onu bu halde gören birkaç arı yanına gelmiş. Vız vız, kanadım, demiş; arılar, kanatçı baba, demişler. Kanatçı baba, karşı dağda yaşar. Dağa git, onu bul, kanadını yerine takar.
Vız vız dağa çıkmış, kanatçı babayı bulmuş. Bal arısı kanatçı baba, vız vızın kanadını yerine takmış. Vız vız çok sevinmiş, kanatçı babayı öpmüş. Sevincinden yerinde duramamış, havalara uçmuş.
-----------------------------------------------------------
KRAL VE İKİ EJDERHA
Vaktiyle çok yüksek surları olan ve bir kral tarafından yönetilen bir şehir devleti varmış. Halk huzur içinde yaşıyormuş. Günlerden bir gün ormandan gelen iki ejderha şehrin giriş kapısının sağ ve sol yanına oturmuşlar. Kendilerine her gün birer insanın kurban olarak verilmesini yoksa şehri yıkacaklarını söylemişler. Kral, baş vezirin itirazına karşın, ejderhaların isteğini kabul etmiş ve her gün iki insanı ejderhalara vermiş. Sonradan ejderhalar isteklerini giderek arttırarak beşer insana kadar çıkarmışlar. Şehir halkı giderek azalmaya başlamış.
Gece baskınıyla ejderhaları yok edelim, diyerek ilk günden beri kralın başını ağrıtan baş vezir şehirden kaçarak kurtulmuş. Şehirde son kalan insan olan kral ise, ejderhalara yem olmuş.
Sen kral bile olsan önerilere kulak as. Önerilere kulak asmazsan, öneriyi yapan kaçar gider, sen ise, kaçamaz yakalanırsın.
-----------------------------------------------------------
SİMİTÇİ MAYMUN VE YABAN DOMUZU AİLESİ
Bir maymun varmış. Ormanda simit satarmış. İyi kalpliymiş ama fakirmiş. Bir gün bu maymuna kaldırımda yürürken, yolda aşırı hızla giden ve virajı alamayan genç yaban domuzunun kullandığı motosiklet çarpmış.
Çarpmanın şiddetiyle maymunun kafası bir binanın duvarına çarpmış. Çok kan kaybeden maymunu hastaneye kaldırmışlar ve ameliyata almışlar. İki ay komada kalan maymun nihayet kendine gelmiş. Bir ay kadar daha hastanede yatan ve hastane koridorlarında gezmeye başlayan maymun mahkemeye çağrılıp sanık sandalyesine oturtulunca ne yapacağını bilememiş. Motorda hasar bıraktı diye, genç yaban domuzu ve ailesi tarafından mahkemeye verilmiş.
Mahkemede, yaban domuzu ailesinin avukatı, maymunu suçlamış. Maymun, yarası iyileşmediği ve beyninde hasar olması sebebiyle konuşma zorluğu çektiği için, kendini savunamamış.
Hâkim, maymunu suçlu bulmuş. Bunun üzerine maymun, yaban domuzu ailesine, avukata ve hâkime yalvarmış, ağlamış, gözyaşı dökmüş. Sonunda maymunun haline acıyan yaban domuzu ailesi, şikâyetini geri almış ve hâkim de, maymunu serbest bırakmış.
-----------------------------------------------------------
CESUR TAVŞAN
Kral aslan sarayda yapılacak toplantıya bazı hayvanların liderlerini çağırmış. Bunlar kaplanların, tavşanların, kurtların, geyiklerin, ayıların ve domuzların liderleriymiş. Kral aslan toplantının yapılacağı gün nezle olduğu için toplantıya katılamamış ama bir genelge yayınlamış. Bu genelgede katılımcıların aralarından oy birliğiyle bir başkan seçmelerini ve bu başkanın kendisine vekalet etmesini istemiş. Vekilin alacağı kararlar benim kararım sayılır, demiş.
Seçimde tavşanların lideri cesur tavşan oyların büyük çoğunluğunu alarak başkan seçilmiş. Bu tavşan geceyarısı ormanın derinliklerinde yalnız gezecek kadar korkusuzmuş. Onun cesaretine saygı duyan panterler, leoparlar karanlıkta cesur tavşanı görünce saklanıp geçip gitmesini beklerlermiş. Cesur tavşanın ilk işi toplantıya katılanlarla birlikte giderek tahtı ele geçirmek olmuş. Kral aslan bağlanarak zindana atılmış. Cesur tavşan kral olmuş ve uzun yıllar boyunca ordusuyla birlikte diğer ormanlara saldırmış, pek çok can almış.
Kral olmadan önce savaşa karşı olan cesur tavşanın bu derece başkalaşması, değişime uğraması, can alması, cesurken zalim olması yaşanmamış değildir. Prens kral olur, şehzade padişah olur, değişir. Hele hele çobanın hükümdar olup da diğer ülkelere saldırması, taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmaması açıklanamaz bir faciadır.
-----------------------------------------------------------
KUKLACI
Köy, kasaba, şehir demeden gezip dolaşan ve kukla oynatarak insanları eğlendiren bir kuklacı varmış. Kuklacı oyun bittiğinde şapkasını uzatır, seyircilerden para toplarmış ama para veren az olurmuş. Kukla oynatırken devleşen kuklacının neşeli hali, oyun bitince üzgün bir hal alır, başı önde seyir meydanından ayrılırmış. Az önce onu alkışlayanlar, acıyarak bakarmış.
Bir gün bu kuklacı bir kasabada kukla oynatırken, açlıktan başı dönmüş, gözleri kararmış, düşüp kafasını taşa çarpmış ve oracıkta ölmüş. Olanları oyunun bir parçası sanan seyirciler, kuklacıyı çılgınca alkışlamışlar. Seyretmeye beş yüz kişinin geldiği kuklacının cenazesinde beş kişi varmış.
Yol kenarlarında kukla oynatan, gitar çalan, şarkı söyleyen sokak sanatçıları görürseniz boş geçmeyin, onlara para verin. Sanat parayla satın alınmaz ama aç karnına da sanat yapılmaz, bunu unutmayın.
-----------------------------------------------------------
KURBAĞALAR
Eski zamanlarda bir dere kenarında yüzlerce kurbağa yaşıyormuş. Bu kurbağalar neşeliymiş, güler yüzlüymüş. Savaş nedir bilmez, barış içinde yaşarlarmış. Bir gün bu dere kenarına hayalperest bir kurbağa gelmiş. Nana adındaki bu kurbağa devamlı olarak hayal görürmüş ve gördüğü hayalleri gerçekmiş gibi anlatırmış. Nana kısa zamanda kendine pek çok yandaş bulmuş. Yandaşlarıyla birlikte ayaklanmış ve kendine inanmayanlara karşı savaşıp, onları yenmiş. Böylelikle onlarca kurbağanın canı pahasına hükümdarlığını ilan etmiş. Nana tahta oturur oturmaz kurbağalara neşelenmeyi, güler yüzlü olmayı yasaklamış. Onların üstünde baskı kurmuş, yediklerine, içtiklerine karışır olmuş.
Maşumu adındaki genç bir kurbağa Nana'nın fikirlerini anlamsız bulmuş. Kurbağaların en üstün canlı varlıklar olduğu düşüncesi üstüne yaşam felsefesini kurmuş. Kısa zamanda kendine pek çok yoldaş bulmuş.
Günlerden bir gün Maşumu'nun yoldaşları Nana'nın yandaşlarıyla savaşmışlar ve onları yenmişler. Sonraki yıllarda kurbağalar, özgür düşünce sistemini kurmuşlar, her çeşit konuda fikir ileri sürüp, yorum yapmışlar. Yokmuş öyle, böyle düşün, şöyle düşünme. Kim kimin özgür düşünme yeteneğine pranga vurabilir? Kim kimin yaşantısına karışabilir? Böylelikle kurbağalar mutlu bir şekilde yaşantılarını sürdürmüşler.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım
ZÜRAFA İLE KARINCA
Zürafa ile karınca arkadaş olmuşlar. Zürafaların ses telleri yokmuş, konuşamazlarmış ama bu zürafa konuşuyormuş: " Sen ne diyorsun arkadaş? Dünyada insan nüfusu çok fazla. Yedi milyar kadar var. Orta ölçekli bir şehir nüfusu üç milyon. "
Zürafa konuşmasını bitirince karınca başlamış anlatmaya: " Yedi milyar insan çok az. Dünyadaki karıncaların toplamı sekiz yüz milyardan fazla. Bir şehir üç milyon diyorsun. İçinde benim de yaşadığım orta boy bir karınca yuvası beş metre derinliğinde ve on iki metre eninde sekiz milyon karıncayı barındırıyor. Karıncalar dünyadaki karada yaşayan canlıların toplamından daha çoktur. "
Zürafa: " Biz zürafalar ise, uzun boyluyuz ama sayımız azdır. Dünyadaki zürafaları toplasan yirmi bin etmez. Nedeni az ürememizden. Yavru zürafaların büyümesi yıllar alır. Aslanlardan başka düşmanımız yoktur. Mağaramız, evimiz yoktur. Tabi siz toprak altında yaşadığınız için türlü tehlikelerden uzaksınız. "
Karınca: " Neden? Karıncaların hiç mi düşmanı yok sanıyorsun. Bir karıncayiyen yuvanın başına çöreklense birkaç yüz karınca yemeden gitmez. Uzun, ip gibi dili yapışkanlıdır ve her dilini ağzına çekişte pek çok karınca yakalar. "
Zürafa: " Bak karınca, benim dilim de uzundur. "
Zürafa yanındaki ağacın üst dallarında durmakta olan karıncaya dilini göstermiş. Zürafanın kırk santimetre boyundaki uzun dilini gören karınca hayretler içinde kalmış ve bir an boş bulunarak aşağı düşmüş. Karıncanın düşüşünü çaresizlik içinde seyreden zürafa birkaç adım geri gitmiş. Sağa sola bakınmış. Karınca ağacın alt dallarına, yapraklarına mı takıldı, yoksa yere, çimenlerin arasına mı düştü belli değilmiş. Üstüne basarım, karıncaya bir zarar veririm diye arayamamış. Zürafa daha sonra yürüyüp gitmiş.
Birkaç gün sonra zürafa o ağacın yanından geçiyormuş. Bir ses duyunca başını çevirmiş, aynı karınca, aynı dalın üstünde duruyormuş. Seslenen oymuş.
Karınca: " Zürafa, baksana buraya. Öyle geçip gidiyorsun. İki gündür buradayım. Ben yere düştükten sonra hemen toparlanıp ayağa kalktım. Sen bakındın, beni göremedin, gittin. Ertesi gün bu dala çıktım. Seni bekledim. Her neyse sonunda geldin ya seni çok özlemiştim. "
Zürafa: " Ben de seni çok özledim, karınca. Hayatta olman beni sevindirdi. "
Karınca: " Bak zürafa, konuşmamıza devam ederiz ama bir daha dilini göstermek yok. Tamam mı? "
Bunun üzerine zürafa: " Tamam karınca kardeş, bir daha dilimi göstermem. " demiş ve gülüşmüşler.
-----------------------------------------------------------
GERGEDAN, FİL, ZÜRAFA VE MAYMUN
Fil, gergedan ve zürafa ile arkadaşmış ama gergedan ile zürafa arkadaş değilmiş. Filin zürafa ile konuştuğunu gören gergedan bunu önemsemezmiş. Zürafa fili gergedanla konuşurken görünce üzülür ve gergedanla arkadaşlığına bir son vermelisin, dermiş. Oralarda büyük bir yemiş ağacı varmış. Gergedan dallara ulaşamaz ağacın dibine düşen yemişlerle idare edermiş. Fil alt dallarda bulduğu yemişleri koparıp yermiş. Zürafa ise, orta seviyedeki dallardan kopardığı yemişleri yermiş. Esas olgun ve tatlı yemişler üst dallardaymış ama hiçbiri bu yemişlere ulaşamazmış.
Günün birinde bir maymun yemiş ağacına çıkmış ve üst dallardaki yemişleri yemeye başlamış. Maymunu gören gergedan, fil ve zürafa öylece bakakalmışlar. Durumu farkeden maymun, yemişler bana da onlara da yeter deyip, topladığı yemişleri ikram etmiş. Maymunun yardımlaşma ve paylaşma isteğini gören gergedan ile zürafa maymundan utanmışlar. Önce file sonra da birbirlerine sıkıca sarılmışlar. Sonsuza kadar arkadaş kalacaklarına söz verip maymunu dördüncü olarak aralarına almışlar.
-----------------------------------------------------------
ŞARKI SÖYLEYEN AYICIK
Ayıcığın annesini avcılar vurmuş. Yalnız kalan ayıcık ormanda zor günler geçirmeye başlamış. Çok dertliymiş. Derdini şarkı söyleyerek hafifletmeye çalışmış. Şarkılarında annesinin vuruluşunu ve yalnız kalışını anlatmış. Ayıcık şarkı söylerken bülbüller, kanaryalar bile susarmış. Geçen günlerle birlikte orman hayvanlarından pek çok taraftar toplamış. Annesini vuran avcıları taraftarlarına yakalatmış. Onları korsanlardan kalmış demir parmaklıklı bir mağaraya hapsetmiş. Uzun yıllar mağaranın önünde nöbet beklemiş. Annesini geri getiremezmiş ama bu avcılar cezasını çekmeliymiş. Zamanla avcılar ölüp gitmiş. Ayıcık kocaman bir ayıymış artık ve iki yavrusu olmuş. Yavrularını büyütürken, avcıların acımasız olduğunu ve onlardan sakınmak gerektiğini bıkmadan anlatmış.
Bizim ayının sonu annesinin sonu gibi avcıların elinden olmuş. İki yavrusuyla birlikte yaban armudu yemeye gidiyormuş ki, avcılar onu görmüş. Avcıların attığı kurşunlardan kurtulamamış ve son sözleri, yavrularım, ah yavrularım, olmuş. Yavruları yakalayan avcılar, onları ayıcılara satmış. Ayıcılar, yavruları altında ateş yanan kızgın saç üzerinde yürüterek eğitmeye başlamışlar. Onları sopayla döverek boyun eğdirmişler. İki yavru büyüdüklerinde burunlarında birer zincirli demir halka varmış. Zincirin ucu ayıcının elindeymiş. Ayıcı zinciri çektiğinde can acısından bağırırlar ve seyirciler de gülermiş.
-----------------------------------------------------------
YEŞİL AYICIK
Yeşil ayıcık uzaydan gelmiş. Dünya onun bilmediği bir yermiş. Uçan dairesini bir dağın yamaçlarına indirmiş. Bu dağ Uludağ'mış. Uludağ'da gezmiş, dolaşmış. Ağaçları, çiçekleri görmüş. Çimenlere uzanmış, yatmış. Şarkılar söylemiş. Çok mutluymuş. İyi ki, bu gezegene indim, diye düşünmüş. Burası ne güzel yermiş. Havası, suyu ve toprağıyla dört dörtlükmüş.
Yeşil ayıcık daha sonra uçan dairesine binmiş. Bursa semalarında bir süre uçtuktan sonra, Marmara Denizi'ne doğru yönelmiş. Orada gemileri, kayıkları görmüş. Uzaklarda bir plaj varmış. Bu plajda insanlar denize giriyorlarmış. İyice alçalmış, insanlara selam vermiş, el sallamış. İnsanlar da ona selam vermişler, el sallamışlar. Denizin üstüne inecekmiş ki, bip bip sesini duymuş. Annesi arıyormuş. İnmekten vazgeçmiş ve hızla yükselerek geldiği gezegene doğru yola çıkmış.
-----------------------------------------------------------
İPEK BÖCEKLERİ VE CEVDET
İpek böceği dut yaprağı yiyerek büyür, gelişir. Daha sonra kozasını örer ve bu kozadan kelebek olarak çıkar. Onların bu özelliğini bilen on iki yaşındaki Cevdet ipek böceklerinden kendisi için, büyük bir koza örmelerini istedi. Kozanın içinde değişim geçirerek kelebek olacaktı. Yüce dağdaki sarp ve yalçın kayalıklardan kartal yumurtası bulup getirecekti. Kartal yumurtasının üstüne delik açarak, buraya sokup çıkaracağı öğretmen kalemleri öğrencilere 10, 20 yerine 30, 40 verecekti.
Örneğin, matematik dersi sınavında öğrenci soruyu doğru yorumlamış, işlem de doğru ama sonucu yanlış bulmuş. Bu durumda öğretmen öğrencisinin bilgisini ve çabasını gözardı etmeyecek ve 10 puanlık soruya hiç olmazsa 5 puan verecekti. O sorudan 5 puan bu sorudan 3 puan derken, öğrenci 40 alırsa , bir diğer sınavda 50 - 60 alıp o dersten geçme şansını yakalar. Gayrete gelir çalışır. Ama 10 alan öğrenci, nasıl olsa bu dersten geçemem deyip o derse çalışmaz. Bu durum bilgi kaybına neden olur. Cevdet'ten bunları dinleyen ipek böcekleri birkaç saat içinde büyük bir koza ördüler. Cevdet ertesi gün kozadan kelebek olarak çıktı ve yüce dağdan bir kartal yumurtası bulup getirdi. Daha sonra kartal yumurtasına batırdığı tükenmez kalemleri sınıf arkadaşı Ali'ye verdi ve kalemleri öğretmenler gününde okuldaki öğretmenlere armağan etmesini istedi. Kelebek Cevdet eğitimdeki büyük bir sorunu çözmüş olmanın verdiği keyifle bir daha dönmemek üzere gökyüzüne doğru kanat çırparak uçtu, gitti.
-----------------------------------------------------------
SERDAR BEY+ÇİLEK=BÖBREKTE KUM
Serdar Bey akşamüstü kırtasiye dükkanını kapamış, evine dönerken pazardan 1 kg. mis kokulu çilek aldı. Yolda birkaç kere çileklerden yemek istedi fakat etrafta insanlar olduğu için yiyemedi. Akşam yemeğinde çilek yedi sonra yattı, uyudu. Gece yarısı uyandı, sağ ayağı kasılıyordu. Sol tarafındaki böbreği ağrıyordu. Sabahı zor etti ve hastaneye gitti. Doktora gece olanları kısaca anlattı.
Doktor: " Dün akşam çilek yedin mi? " diye sordu. Serdar Bey'in kafasına dank etti. Zalim çilek, diye düşündü. Demek sabaha kadar çektiğim acının sebebi çilekmiş: " Evet yedim, dedi. Ama bir daha yemem. "
Doktor reçete yazdı. Ağrı kesici iğne verdi. İğne, Serdar Bey'in böbrek ağrısını ve sağ ayak kasılmalarını yok etti.
Aradan 12 yıl geçti. Serdar Bey bu sürede çilek yemedi. Çileğin mis kokusuna aldanmadı. Onun üstünde mikroskobik kumların olduğunu hiçbir zaman unutmadı. Sağlığına önem veren herkesten kesinlikle çilekten uzak durmalarını istemeyi ihmal etmedi. Yılda 3-4 defa çilek yemedi diye bir şey kaybetmedi.
-----------------------------------------------------------
BATAKLIKTA KURBAĞA ARAYAN LEYLEK
Bataklıkta kurbağa arayan bir leylek varmış. Günlerini kurbağa aramakla geçirir ve yakaladığı kurbağayı yutarmış. Kurbağalar, bakmış olacak gibi değil, gün gelir bu leylek bizi de yutar ve bataklıkta kurbağa bırakmaz diyerek aralarında bir toplantı yapmışlar. Toplantıda bilge kurbağanın fikri öne çıkmış. Bataklığın derinliklerinde yaşayan zehirli kurbağaya rica edilecek ve leylek tarafından yutulması istenecekmiş. Leylek zehirli kurbağayı yutunca hayatı sona erecek ama diğer kurbağalar kurtulacakmış.
Bilge kurbağa ve birkaç kurbağa giderek zehirli kurbağayı bulmuşlar ve olanları anlatmışlar. Eğer bu fedakarlığı yaparsa kurbağaların kendisini hiç unutmayacaklarını ve adını altın harflerle bataklıktaki ağaçlara yazacaklarını söylemişler.
Bunun üzerine zehirli kurbağa: " Dediğinizi yapmazsam yıllar sonra beni kimse hatırlamaz mı? " diye sormuş.
Bilge kurbağa: " Tabi hatırlamaz. Ancak kahramanlar hatırlanır. Dediğimizi yapmazsan unutulur gidersin. "
Zehirli kurbağa: " Ben unutulmak istemiyorum. Kahraman olmak istiyorum. " demiş ve arka ayakları üstünde doğrulup göğsünü şişirmiş ve leyleğin yanına gitmiş. Leylek onu görmüş ve yakalayıp yutmuş. Böylelikle leyleğin de zehirli kurbağanın da hayatı son bulmuş. Bataklıktaki kurbağalar, zehirli kurbağanın adını altın harflerle ağaçlara yazmışlar. Aradan yıllar geçmesine karşın unutmamışlar. Adını hep Kahraman Kurbağa olarak hatırlamışlar.
-----------------------------------------------------------
YAVRU AYI TOMBİK
Ayının biri üçüz yavrulamış. Son doğan yavrunun adı Tombik'miş. Bir ay geçmiş, iki ay geçmiş Tombik'in boyu kardeşlerinin yarısı kadarmış. Anne ayı bakmış Tombik büyümeyecek yavrusunu terk etmiş. Tombik'i ormanda ağlarken gören bir geyik onu sahiplenmiş. Sütüyle beslemiş, annelik yapmış. Geçen yıllarla birlikte Tombik büyümüş, kocaman bir ayı olmuş. Bu arada geyik yaşlanmış ve eskisi gibi hızlı koşamaz olmuş.
Bir gün geyik ayılara yakalanmış. Bu ayılar, Tombik'in annesi ve büyümüş olan iki kardeşiymiş. Geyik bağırmış, Tombik'ten yardım istemiş. Tombik hızla gelerek kendisini besleyip büyütmüş olan geyiği kurtarmış. Bunun üzerine anne ayı yıllar önce terk ettiği yavrusunu tanımış: " Tombik, sen misin yavrum? Ben senin annenim. Bak bunlar kardeşlerin. Geyiği bırak da kendimize ziyafet çekelim. "
Tombik: " Evet, ben Tombik'im. Sen de beni yıllar önce terk eden annemsin. Beni bu geyik buldu. Sütüyle besledi, büyüttü. Bana iyi bakın, onu size yedirmem. "
Anne ayı: " Benim güzel oğlum, ben seni terk etmedim, ormanda kaybettim. Sonra çok aradım ama bulamadım. "
Tombik: " Çok mu aradın? Onun için defol git, gelme peşimizden diyordun. "
Anne ayı: " Tombik, ben senin annenim, seni ben doğurdum. "
Tombik: " Doğru, doğurdun ama beni bu geyik büyüttü. Doğuran mı, büyüten mi dersen, ben büyüten diyorum. "
Anne ayı, Tombik'in geyiği bırakmayacağını anlamış ve iki yavrusuyla oradan uzaklaşmış. Tombik yaşlı geyiği kucağına alarak barınak olarak kullandıkları mağaraya götürmüş.
-----------------------------------------------------------
KARTALLAR ÖRDEK OLMAZ
Ördekler, daireler çizmişler, aralarında oyunlar oynarlarmış. Bu oyunların kendilerine yararı çok, başkalarına zararı yokmuş. Gün gelmiş bir ördek çıkmış, diğer ördekleri bir oyun oynamaya zorlamış. İlk anda taraftar toplamış ama pek çok ördek bir oyun oynamaya razı gelmemiş. Sonra kavga çıkmış. Tek tekçi ördek kararında diretmiş. Zamanla taraftarları çoğalmış. Kavgalarda galip gelen taraf olmuş. Ünü giderek yayılmış. Tek tekçi ördekten sonra pek çok ördek onun tahtına oturmuş ama bunlar tek tekçi ördeğin reklamını yapmışlar, onu övmüşler, göklere çıkarmışlar.
Aradan yüzyıllar geçmiş. Bir gün ördekler bir kartalı yakalamışlar ve boyun eğdirmeye çalışmışlar. Ayaklarına pranga vurmuşlar. Kartal bir oyunun zararını, çok oyunun yararını bıkmadan ördeklere anlatmış, durmuş. Ördekler, kartalın fikirlerini alkışlıyorlarmış ama nedeni bilinmez bir şekilde bir oyun kuralına bağlı kalmışlar. Yıllar sonra ördekler, kartallar ördek olmaz diyerek gitmesi için, onun ayaklarındaki prangaları sökmüşler.
-----------------------------------------------------------
KORKAK ASLAN
Kral aslan çok korkakmış. Çevredeki ormanların kralları elçi göndererek savaş çıkaracaklarını söyleyip altın isterlermiş. Korkak kral da, aman, savaş çıkmasın, barış içinde yaşayalım, deyip istenen altınları gönderirmiş. Yapılan antlaşma bir yıl sürermiş. Süre sonunda bir elçi gelir ve yeniden anlaşmak için altın istermiş. İstenen altının dozu giderek artmış ve beş bin, on bin altını bulmuş. Hazinedeki altınlar giderek azalmış. Kral aslan vezirlerini toplamış ve soruna çözüm aramaya başlamış. Vezirlerin ortak görüşü, sorunu kurnaz tilkinin çözeceği şeklindeymiş. Kurnaz tilki saraya davet edilmiş, olanlar anlatılmış.
Kurnaz tilki: " Sayın kralım, beni baş vezir yaparsanız sorunu kısa zamanda çözerim. " demiş.
Kral aslan: " Yeter ki savaş çıkmasın, altınlar bitmesin de ne istersen yap. Kurnaz tilki şu andan itibaren baş vezirimsin. Tam yetkiyle işe başla. "
Baş vezir tilki saraydan çıkıp gitmiş. Bir kaç saat sonra döndüğünde yanında uzun yeleli bir aslan varmış. Bu aslanı tahta oturtmuş ve gelirken verdiği talimatı aynen uygulamasını istemiş. Elçiler, salona alınmış ve onlar savaş tehdidiyle yüksek miktarda altın istemişler ama dublör aslan bağırıp çağırmış. Kalabalık bir ordu kurduğunu, savaş istediğini ve eğer canları tatlıysa on biner altın getirmelerini ihtar etmiş: " Yoksa ordumla gelirim ve taş üstünde taş bırakmam. " demiş. Koşar adım salondan çıkan elçiler, birkaç gün sonra on biner altın vererek birer yıllık barış antlaşması imzalamışlar. Olanları gizlice yan odadan izlemekte olan korkak kralın neşesine diyecek yokmuş. Dublörünü yüksek bir maaş karşılığında işe almış ve uzun yıllar onun gölgesinde krallığını sürdürmüş.
----------------------------------------------------------------
MAVİ YARASA
Çok büyük bir mağarada milyonlarca yarasa yaşıyormuş. Bu yarasalar, gündüzleri mağara tavanına tutunarak uyurlar, hava karardıktan sonra, mağaradan çıkıp yiyecek ararlarmış. Doğada yiyecek bol, meyveler, yemişler, dala konmuş böcekler, havada uçuşan sinekler, kelebekler, arılar. Yarasalar, sabaha karşı, mağaralarına dönerlermiş. Bu böyle günlerce, aylarca, yüzyıllarca devam etmiş.
Yarasalar, fikir üstüne fikir eklemeyi bilmezlermiş. Kendilerine yavruyken öğretilen fikirler varmış ve bunlara göre hareket etmeleri istenirmiş. Şu şöyle olmasa böyle olsa demek yasakmış. Şuradaki iki durum birbiriyle çelişiyor demek yasakmış. Yasaklara uyarlarmış çünkü özgün düşünme yetenekleri varmış ama kullanmamaları öğütlenirmiş. Pek çoğunun bu yetenekleri kullanılmadığı için körelmiş.
Bir genç yarasa varmış ki, bambaşka duygular içindeymiş. Geçmişten gelen, bugünü karartan, geleceği yok etmeye hazırlanan eskimiş fikirlerden hoşlanmıyormuş. Zamanla taş eskiyormuş, neden fikirler eskimesinmiş. Yarasalar, genelde siyah renkli olurlar ama kahverengi, beyaz ve sarı renkli olanlar varmış. Genç yarasa mavi renkliymiş. Mavi yarasa bu özelliğiyle diğer yarasalardan ayrılıyormuş.
Mavi yarasa aylar boyunca düşüncelerini diğer yarasalara anlatmış. Zamanla söyledikleri kabul görmeye başlamış. Mavi yarasa onların gündüzleri de mağaradan çıkmasını istiyormuş.
Bir gün öğleye doğru milyonlarca yarasa mağaradan dışarı çıkmış. Ne demek yarasa sadece gece uçarmış. İşte gündüz de uçuyormuş. Yarasalar, o gün, mavi yarasanın önderliğinde güzel bir gün geçirmişler. Ortalık günlük güneşlik ve aydınlık, karanlıkta bir şey göreceğim diye gözlerini kısmak yokmuş, beynini büzmek yokmuş. Basmakalıp düşüncelerle donanıp mavi yarasayı üzmek yokmuş.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım
ŞANSSIZ KÖYLÜNÜN ŞANSI
Köylünün birinin hiç şansı yokmuş. Doğuştan şanssızmış. İşleri ters gidermiş. Günlerce uğraşmış, tarlasını kazmış, tohum atmış. Sonbahar yağmurları başlamış ama çevredeki tarlalara yağmur yağmasına karşın, şanssız köylünün tarlasına bir damla yağmur düşmemiş. Köylü çaresiz dereden taşıma suyla tarlasını sulamış.
Mart ayında hava ısınmış, güneş çıkmış, tarlalarda ekinler boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya, ağaçlar çiçek açmaya başlamış. Bu yalancı bahar uzun sürmemiş, aniden yağan dolu tarlaları alt üst etmiş. Tahmin ettiğiniz gibi, şanssız köylünün tarlasına dolu yağmamış, o da bol ürünü, şu yokluk zamanında iyi bir fiyata satarak zengin olmuş.
Şansım yok diye dövünme, şanslıyım diye sevinme. Devran döner ve öyle bir gün gelir ki, şansım yok diyen sevinir, şanslı dövünür.
-----------------------------------------------------------
DOMUZUN AŞKI
Genç bir erkek domuz, genç bir dişi domuza âşık olmuş. Ona aşkını anlatmış ve aşkına karşılık bulmuş. Bir gün genç domuz, bir kutu çamur hediye götürerek dişi domuzu babasından istemeye gitmiş. Dişi domuzun babası bir kutu çamuru az bulmuş ve içinde çamur banyosu yapabileceği kadar geniş bir çamur havuzu istemiş.
Genç domuz, babanın bu isteğini karşılayıp, dişi domuzla evlenmiş. Dört ay sonra on tane yavrusu olan genç evliler, dededen izin alarak, yavrularıyla birlikte çamur havuzunda yuvarlanmışlar. Bu çamur, onların derilerindeki parazitlerden kurtulmalarını sağlarmış. Böylece sağlıklı ve zinde olmuşlar.
Sanma ki anneler ve babalar gençlerin kötülüklerini isterler. Onlar, şunu bunu istedi diye kızılmaz. Böylece bazı şeylerin geri dönüşümü kolaylaşır.
-----------------------------------------------------------
KURDUN TİLKİYE OYUNU HAZIRLADI SONUNU
Kurdun biri tilkinin mağarasını elinden almak için, yalancıktan kavga çıkarmış. Bunun üzerine tilki kurdu dövünce, kurt ağlayarak aslanın huzuruna çıkıp olanları anlatmış ve tilkinin kendisini döverek, mağarasını sahiplendiğini söylemiş. Kurda inanan aslan mağarayı tilkiden alarak kurda vermiş ve tilkiyi ormandan kovmuş.
Tilki bunun altında kalır mı, ona boşuna kurnaz dememişler. Ormanı terk edip giderken, kurdun aslanın tahtında gözü olduğunu etrafa yaymış. Bunu duyan aslan kurdu yakalayıp öldürmüş, mağarayı tilkiye geri vermiş ve tilkiyi yardımcısı yapmış.
Birine tuzak kurmak istiyorsan vazgeç, alelacele kazdığın derin olmayan çukura o basar, çıkar ama sen onun kazdığı derin çukura bastığında bir daha çıkamazsın.
-----------------------------------------------------------
ODUNCUNUN İKİ KIZI
Oduncunun iki kızı varmış. Kızlardan biri zengin ama gönlü fakirle, diğeri fakir ama gönlü zenginle evlenmek istermiş. Sonunda bu kızlar muratlarına ermişler ve istedikleri gibi birer koca bulmuşlar.
Zengin olan katı yürekli ve cimri, fakir olan yufka yürekli ve eli açıkmış. Zenginle evlenen kızın kocası paraya acımış, karısına yıllarca elbise almamış, cebine beş kuruş koymamış. Fakirle evlenen kızın kocası paraya acımamış, her sene bir elbise almış, cebine kuruşları koymuş.
Zenginle evlendim diye sevinme, fakirle evlendim diye yerinme. Bu iş kısmet işi, zengin olsun, fakir olsun, evleneceğin olmalı er kişi.
-----------------------------------------------------------
KEDİLER VE FARELER
İki katlı villanın iyi kalpli ama uykucu bir kedisi varmış. Villanın sahibi olan adam ve karısı sabah erkenden bürolarına gidince bütün gün yan gelip yatarmış.
Bir gün buraya anne fare ile dört yavrusu gelmiş. Salonun köşesine yuvalarını hazırlayıp, mutfaktan yiyecek aşırmaya başlamışlar.
Günler geçip gittikçe fareler burasını çok sevmişler ama kediye bir türlü ısınamamışlar. Kendilerine nazik davranan, yiyeceklerin yerini gösteren kediyi sonunda kovmuşlar. Villa sahibi, bakmış kedi gitmiş, yerine Canavar adında bir kedi satın almış. Canavar, bırak farelerin mutfağa gitmesine, burunlarını yuvadan çıkarmasına izin vermemiş.
Yavrularıyla birlikte aç kalan anne fare bir fırsatını bulup villadan kaçmış ve iyi kalpli ama uykucu kediyi ormandaki bir kulübede bulmuş. Ona durumu anlatmış, af dilemiş ama kedi kesinlikle geri dönmemiş. Daha sonra yavrularını yanına alan anne fare, gözyaşları içinde, villadan ayrılmış. İyi kalpli ama uykucu kediyi ne kadar sevdiğini hep yavrularına anlatmış.
-----------------------------------------------------------
BAL ARISI VIZ VIZ
Bal arısı vız vız uçarken, bir evin duvarına çarpıp, yere düşmüş. Bir süre baygın kaldıktan sonra kendine gelmiş. Sağ tarafında büyük bir acı hissetmiş. Kanadı yerinde yokmuş. Anlamış ki kopmuş. Kanadını arayıp bulmuş ama yerine takamamış. Bu duruma çok üzülmüş. Kopan sağ kanadını sol kanadının altına kıstırmış. Ormana doğru yürümüş. Onu bu halde gören birkaç arı yanına gelmiş. Vız vız, kanadım, demiş; arılar, kanatçı baba, demişler. Kanatçı baba, karşı dağda yaşar. Dağa git, onu bul, kanadını yerine takar.
Vız vız dağa çıkmış, kanatçı babayı bulmuş. Bal arısı kanatçı baba, vız vızın kanadını yerine takmış. Vız vız çok sevinmiş, kanatçı babayı öpmüş. Sevincinden yerinde duramamış, havalara uçmuş.
-----------------------------------------------------------
KRAL VE İKİ EJDERHA
Vaktiyle çok yüksek surları olan ve bir kral tarafından yönetilen bir şehir devleti varmış. Halk huzur içinde yaşıyormuş. Günlerden bir gün ormandan gelen iki ejderha şehrin giriş kapısının sağ ve sol yanına oturmuşlar. Kendilerine her gün birer insanın kurban olarak verilmesini yoksa şehri yıkacaklarını söylemişler. Kral, baş vezirin itirazına karşın, ejderhaların isteğini kabul etmiş ve her gün iki insanı ejderhalara vermiş. Sonradan ejderhalar isteklerini giderek arttırarak beşer insana kadar çıkarmışlar. Şehir halkı giderek azalmaya başlamış.
Gece baskınıyla ejderhaları yok edelim, diyerek ilk günden beri kralın başını ağrıtan baş vezir şehirden kaçarak kurtulmuş. Şehirde son kalan insan olan kral ise, ejderhalara yem olmuş.
Sen kral bile olsan önerilere kulak as. Önerilere kulak asmazsan, öneriyi yapan kaçar gider, sen ise, kaçamaz yakalanırsın.
-----------------------------------------------------------
SİMİTÇİ MAYMUN VE YABAN DOMUZU AİLESİ
Bir maymun varmış. Ormanda simit satarmış. İyi kalpliymiş ama fakirmiş. Bir gün bu maymuna kaldırımda yürürken, yolda aşırı hızla giden ve virajı alamayan genç yaban domuzunun kullandığı motosiklet çarpmış.
Çarpmanın şiddetiyle maymunun kafası bir binanın duvarına çarpmış. Çok kan kaybeden maymunu hastaneye kaldırmışlar ve ameliyata almışlar. İki ay komada kalan maymun nihayet kendine gelmiş. Bir ay kadar daha hastanede yatan ve hastane koridorlarında gezmeye başlayan maymun mahkemeye çağrılıp sanık sandalyesine oturtulunca ne yapacağını bilememiş. Motorda hasar bıraktı diye, genç yaban domuzu ve ailesi tarafından mahkemeye verilmiş.
Mahkemede, yaban domuzu ailesinin avukatı, maymunu suçlamış. Maymun, yarası iyileşmediği ve beyninde hasar olması sebebiyle konuşma zorluğu çektiği için, kendini savunamamış.
Hâkim, maymunu suçlu bulmuş. Bunun üzerine maymun, yaban domuzu ailesine, avukata ve hâkime yalvarmış, ağlamış, gözyaşı dökmüş. Sonunda maymunun haline acıyan yaban domuzu ailesi, şikâyetini geri almış ve hâkim de, maymunu serbest bırakmış.
-----------------------------------------------------------
CESUR TAVŞAN
Kral aslan sarayda yapılacak toplantıya bazı hayvanların liderlerini çağırmış. Bunlar kaplanların, tavşanların, kurtların, geyiklerin, ayıların ve domuzların liderleriymiş. Kral aslan toplantının yapılacağı gün nezle olduğu için toplantıya katılamamış ama bir genelge yayınlamış. Bu genelgede katılımcıların aralarından oy birliğiyle bir başkan seçmelerini ve bu başkanın kendisine vekalet etmesini istemiş. Vekilin alacağı kararlar benim kararım sayılır, demiş.
Seçimde tavşanların lideri cesur tavşan oyların büyük çoğunluğunu alarak başkan seçilmiş. Bu tavşan geceyarısı ormanın derinliklerinde yalnız gezecek kadar korkusuzmuş. Onun cesaretine saygı duyan panterler, leoparlar karanlıkta cesur tavşanı görünce saklanıp geçip gitmesini beklerlermiş. Cesur tavşanın ilk işi toplantıya katılanlarla birlikte giderek tahtı ele geçirmek olmuş. Kral aslan bağlanarak zindana atılmış. Cesur tavşan kral olmuş ve uzun yıllar boyunca ordusuyla birlikte diğer ormanlara saldırmış, pek çok can almış.
Kral olmadan önce savaşa karşı olan cesur tavşanın bu derece başkalaşması, değişime uğraması, can alması, cesurken zalim olması yaşanmamış değildir. Prens kral olur, şehzade padişah olur, değişir. Hele hele çobanın hükümdar olup da diğer ülkelere saldırması, taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmaması açıklanamaz bir faciadır.
-----------------------------------------------------------
KUKLACI
Köy, kasaba, şehir demeden gezip dolaşan ve kukla oynatarak insanları eğlendiren bir kuklacı varmış. Kuklacı oyun bittiğinde şapkasını uzatır, seyircilerden para toplarmış ama para veren az olurmuş. Kukla oynatırken devleşen kuklacının neşeli hali, oyun bitince üzgün bir hal alır, başı önde seyir meydanından ayrılırmış. Az önce onu alkışlayanlar, acıyarak bakarmış.
Bir gün bu kuklacı bir kasabada kukla oynatırken, açlıktan başı dönmüş, gözleri kararmış, düşüp kafasını taşa çarpmış ve oracıkta ölmüş. Olanları oyunun bir parçası sanan seyirciler, kuklacıyı çılgınca alkışlamışlar. Seyretmeye beş yüz kişinin geldiği kuklacının cenazesinde beş kişi varmış.
Yol kenarlarında kukla oynatan, gitar çalan, şarkı söyleyen sokak sanatçıları görürseniz boş geçmeyin, onlara para verin. Sanat parayla satın alınmaz ama aç karnına da sanat yapılmaz, bunu unutmayın.
-----------------------------------------------------------
KURBAĞALAR
Eski zamanlarda bir dere kenarında yüzlerce kurbağa yaşıyormuş. Bu kurbağalar neşeliymiş, güler yüzlüymüş. Savaş nedir bilmez, barış içinde yaşarlarmış. Bir gün bu dere kenarına hayalperest bir kurbağa gelmiş. Nana adındaki bu kurbağa devamlı olarak hayal görürmüş ve gördüğü hayalleri gerçekmiş gibi anlatırmış. Nana kısa zamanda kendine pek çok yandaş bulmuş. Yandaşlarıyla birlikte ayaklanmış ve kendine inanmayanlara karşı savaşıp, onları yenmiş. Böylelikle onlarca kurbağanın canı pahasına hükümdarlığını ilan etmiş. Nana tahta oturur oturmaz kurbağalara neşelenmeyi, güler yüzlü olmayı yasaklamış. Onların üstünde baskı kurmuş, yediklerine, içtiklerine karışır olmuş.
Maşumu adındaki genç bir kurbağa Nana'nın fikirlerini anlamsız bulmuş. Kurbağaların en üstün canlı varlıklar olduğu düşüncesi üstüne yaşam felsefesini kurmuş. Kısa zamanda kendine pek çok yoldaş bulmuş.
Günlerden bir gün Maşumu'nun yoldaşları Nana'nın yandaşlarıyla savaşmışlar ve onları yenmişler. Sonraki yıllarda kurbağalar, özgür düşünce sistemini kurmuşlar, her çeşit konuda fikir ileri sürüp, yorum yapmışlar. Yokmuş öyle, böyle düşün, şöyle düşünme. Kim kimin özgür düşünme yeteneğine pranga vurabilir? Kim kimin yaşantısına karışabilir? Böylelikle kurbağalar mutlu bir şekilde yaşantılarını sürdürmüşler.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım
ZÜRAFA İLE KARINCA
Zürafa ile karınca arkadaş olmuşlar. Zürafaların ses telleri yokmuş, konuşamazlarmış ama bu zürafa konuşuyormuş: " Sen ne diyorsun arkadaş? Dünyada insan nüfusu çok fazla. Yedi milyar kadar var. Orta ölçekli bir şehir nüfusu üç milyon. "
Zürafa konuşmasını bitirince karınca başlamış anlatmaya: " Yedi milyar insan çok az. Dünyadaki karıncaların toplamı sekiz yüz milyardan fazla. Bir şehir üç milyon diyorsun. İçinde benim de yaşadığım orta boy bir karınca yuvası beş metre derinliğinde ve on iki metre eninde sekiz milyon karıncayı barındırıyor. Karıncalar dünyadaki karada yaşayan canlıların toplamından daha çoktur. "
Zürafa: " Biz zürafalar ise, uzun boyluyuz ama sayımız azdır. Dünyadaki zürafaları toplasan yirmi bin etmez. Nedeni az ürememizden. Yavru zürafaların büyümesi yıllar alır. Aslanlardan başka düşmanımız yoktur. Mağaramız, evimiz yoktur. Tabi siz toprak altında yaşadığınız için türlü tehlikelerden uzaksınız. "
Karınca: " Neden? Karıncaların hiç mi düşmanı yok sanıyorsun. Bir karıncayiyen yuvanın başına çöreklense birkaç yüz karınca yemeden gitmez. Uzun, ip gibi dili yapışkanlıdır ve her dilini ağzına çekişte pek çok karınca yakalar. "
Zürafa: " Bak karınca, benim dilim de uzundur. "
Zürafa yanındaki ağacın üst dallarında durmakta olan karıncaya dilini göstermiş. Zürafanın kırk santimetre boyundaki uzun dilini gören karınca hayretler içinde kalmış ve bir an boş bulunarak aşağı düşmüş. Karıncanın düşüşünü çaresizlik içinde seyreden zürafa birkaç adım geri gitmiş. Sağa sola bakınmış. Karınca ağacın alt dallarına, yapraklarına mı takıldı, yoksa yere, çimenlerin arasına mı düştü belli değilmiş. Üstüne basarım, karıncaya bir zarar veririm diye arayamamış. Zürafa daha sonra yürüyüp gitmiş.
Birkaç gün sonra zürafa o ağacın yanından geçiyormuş. Bir ses duyunca başını çevirmiş, aynı karınca, aynı dalın üstünde duruyormuş. Seslenen oymuş.
Karınca: " Zürafa, baksana buraya. Öyle geçip gidiyorsun. İki gündür buradayım. Ben yere düştükten sonra hemen toparlanıp ayağa kalktım. Sen bakındın, beni göremedin, gittin. Ertesi gün bu dala çıktım. Seni bekledim. Her neyse sonunda geldin ya seni çok özlemiştim. "
Zürafa: " Ben de seni çok özledim, karınca. Hayatta olman beni sevindirdi. "
Karınca: " Bak zürafa, konuşmamıza devam ederiz ama bir daha dilini göstermek yok. Tamam mı? "
Bunun üzerine zürafa: " Tamam karınca kardeş, bir daha dilimi göstermem. " demiş ve gülüşmüşler.
-----------------------------------------------------------
GERGEDAN, FİL, ZÜRAFA VE MAYMUN
Fil, gergedan ve zürafa ile arkadaşmış ama gergedan ile zürafa arkadaş değilmiş. Filin zürafa ile konuştuğunu gören gergedan bunu önemsemezmiş. Zürafa fili gergedanla konuşurken görünce üzülür ve gergedanla arkadaşlığına bir son vermelisin, dermiş. Oralarda büyük bir yemiş ağacı varmış. Gergedan dallara ulaşamaz ağacın dibine düşen yemişlerle idare edermiş. Fil alt dallarda bulduğu yemişleri koparıp yermiş. Zürafa ise, orta seviyedeki dallardan kopardığı yemişleri yermiş. Esas olgun ve tatlı yemişler üst dallardaymış ama hiçbiri bu yemişlere ulaşamazmış.
Günün birinde bir maymun yemiş ağacına çıkmış ve üst dallardaki yemişleri yemeye başlamış. Maymunu gören gergedan, fil ve zürafa öylece bakakalmışlar. Durumu farkeden maymun, yemişler bana da onlara da yeter deyip, topladığı yemişleri ikram etmiş. Maymunun yardımlaşma ve paylaşma isteğini gören gergedan ile zürafa maymundan utanmışlar. Önce file sonra da birbirlerine sıkıca sarılmışlar. Sonsuza kadar arkadaş kalacaklarına söz verip maymunu dördüncü olarak aralarına almışlar.
-----------------------------------------------------------
ŞARKI SÖYLEYEN AYICIK
Ayıcığın annesini avcılar vurmuş. Yalnız kalan ayıcık ormanda zor günler geçirmeye başlamış. Çok dertliymiş. Derdini şarkı söyleyerek hafifletmeye çalışmış. Şarkılarında annesinin vuruluşunu ve yalnız kalışını anlatmış. Ayıcık şarkı söylerken bülbüller, kanaryalar bile susarmış. Geçen günlerle birlikte orman hayvanlarından pek çok taraftar toplamış. Annesini vuran avcıları taraftarlarına yakalatmış. Onları korsanlardan kalmış demir parmaklıklı bir mağaraya hapsetmiş. Uzun yıllar mağaranın önünde nöbet beklemiş. Annesini geri getiremezmiş ama bu avcılar cezasını çekmeliymiş. Zamanla avcılar ölüp gitmiş. Ayıcık kocaman bir ayıymış artık ve iki yavrusu olmuş. Yavrularını büyütürken, avcıların acımasız olduğunu ve onlardan sakınmak gerektiğini bıkmadan anlatmış.
Bizim ayının sonu annesinin sonu gibi avcıların elinden olmuş. İki yavrusuyla birlikte yaban armudu yemeye gidiyormuş ki, avcılar onu görmüş. Avcıların attığı kurşunlardan kurtulamamış ve son sözleri, yavrularım, ah yavrularım, olmuş. Yavruları yakalayan avcılar, onları ayıcılara satmış. Ayıcılar, yavruları altında ateş yanan kızgın saç üzerinde yürüterek eğitmeye başlamışlar. Onları sopayla döverek boyun eğdirmişler. İki yavru büyüdüklerinde burunlarında birer zincirli demir halka varmış. Zincirin ucu ayıcının elindeymiş. Ayıcı zinciri çektiğinde can acısından bağırırlar ve seyirciler de gülermiş.
-----------------------------------------------------------
YEŞİL AYICIK
Yeşil ayıcık uzaydan gelmiş. Dünya onun bilmediği bir yermiş. Uçan dairesini bir dağın yamaçlarına indirmiş. Bu dağ Uludağ'mış. Uludağ'da gezmiş, dolaşmış. Ağaçları, çiçekleri görmüş. Çimenlere uzanmış, yatmış. Şarkılar söylemiş. Çok mutluymuş. İyi ki, bu gezegene indim, diye düşünmüş. Burası ne güzel yermiş. Havası, suyu ve toprağıyla dört dörtlükmüş.
Yeşil ayıcık daha sonra uçan dairesine binmiş. Bursa semalarında bir süre uçtuktan sonra, Marmara Denizi'ne doğru yönelmiş. Orada gemileri, kayıkları görmüş. Uzaklarda bir plaj varmış. Bu plajda insanlar denize giriyorlarmış. İyice alçalmış, insanlara selam vermiş, el sallamış. İnsanlar da ona selam vermişler, el sallamışlar. Denizin üstüne inecekmiş ki, bip bip sesini duymuş. Annesi arıyormuş. İnmekten vazgeçmiş ve hızla yükselerek geldiği gezegene doğru yola çıkmış.
-----------------------------------------------------------
İPEK BÖCEKLERİ VE CEVDET
İpek böceği dut yaprağı yiyerek büyür, gelişir. Daha sonra kozasını örer ve bu kozadan kelebek olarak çıkar. Onların bu özelliğini bilen on iki yaşındaki Cevdet ipek böceklerinden kendisi için, büyük bir koza örmelerini istedi. Kozanın içinde değişim geçirerek kelebek olacaktı. Yüce dağdaki sarp ve yalçın kayalıklardan kartal yumurtası bulup getirecekti. Kartal yumurtasının üstüne delik açarak, buraya sokup çıkaracağı öğretmen kalemleri öğrencilere 10, 20 yerine 30, 40 verecekti.
Örneğin, matematik dersi sınavında öğrenci soruyu doğru yorumlamış, işlem de doğru ama sonucu yanlış bulmuş. Bu durumda öğretmen öğrencisinin bilgisini ve çabasını gözardı etmeyecek ve 10 puanlık soruya hiç olmazsa 5 puan verecekti. O sorudan 5 puan bu sorudan 3 puan derken, öğrenci 40 alırsa , bir diğer sınavda 50 - 60 alıp o dersten geçme şansını yakalar. Gayrete gelir çalışır. Ama 10 alan öğrenci, nasıl olsa bu dersten geçemem deyip o derse çalışmaz. Bu durum bilgi kaybına neden olur. Cevdet'ten bunları dinleyen ipek böcekleri birkaç saat içinde büyük bir koza ördüler. Cevdet ertesi gün kozadan kelebek olarak çıktı ve yüce dağdan bir kartal yumurtası bulup getirdi. Daha sonra kartal yumurtasına batırdığı tükenmez kalemleri sınıf arkadaşı Ali'ye verdi ve kalemleri öğretmenler gününde okuldaki öğretmenlere armağan etmesini istedi. Kelebek Cevdet eğitimdeki büyük bir sorunu çözmüş olmanın verdiği keyifle bir daha dönmemek üzere gökyüzüne doğru kanat çırparak uçtu, gitti.
-----------------------------------------------------------
SERDAR BEY+ÇİLEK=BÖBREKTE KUM
Serdar Bey akşamüstü kırtasiye dükkanını kapamış, evine dönerken pazardan 1 kg. mis kokulu çilek aldı. Yolda birkaç kere çileklerden yemek istedi fakat etrafta insanlar olduğu için yiyemedi. Akşam yemeğinde çilek yedi sonra yattı, uyudu. Gece yarısı uyandı, sağ ayağı kasılıyordu. Sol tarafındaki böbreği ağrıyordu. Sabahı zor etti ve hastaneye gitti. Doktora gece olanları kısaca anlattı.
Doktor: " Dün akşam çilek yedin mi? " diye sordu. Serdar Bey'in kafasına dank etti. Zalim çilek, diye düşündü. Demek sabaha kadar çektiğim acının sebebi çilekmiş: " Evet yedim, dedi. Ama bir daha yemem. "
Doktor reçete yazdı. Ağrı kesici iğne verdi. İğne, Serdar Bey'in böbrek ağrısını ve sağ ayak kasılmalarını yok etti.
Aradan 12 yıl geçti. Serdar Bey bu sürede çilek yemedi. Çileğin mis kokusuna aldanmadı. Onun üstünde mikroskobik kumların olduğunu hiçbir zaman unutmadı. Sağlığına önem veren herkesten kesinlikle çilekten uzak durmalarını istemeyi ihmal etmedi. Yılda 3-4 defa çilek yemedi diye bir şey kaybetmedi.
-----------------------------------------------------------
BATAKLIKTA KURBAĞA ARAYAN LEYLEK
Bataklıkta kurbağa arayan bir leylek varmış. Günlerini kurbağa aramakla geçirir ve yakaladığı kurbağayı yutarmış. Kurbağalar, bakmış olacak gibi değil, gün gelir bu leylek bizi de yutar ve bataklıkta kurbağa bırakmaz diyerek aralarında bir toplantı yapmışlar. Toplantıda bilge kurbağanın fikri öne çıkmış. Bataklığın derinliklerinde yaşayan zehirli kurbağaya rica edilecek ve leylek tarafından yutulması istenecekmiş. Leylek zehirli kurbağayı yutunca hayatı sona erecek ama diğer kurbağalar kurtulacakmış.
Bilge kurbağa ve birkaç kurbağa giderek zehirli kurbağayı bulmuşlar ve olanları anlatmışlar. Eğer bu fedakarlığı yaparsa kurbağaların kendisini hiç unutmayacaklarını ve adını altın harflerle bataklıktaki ağaçlara yazacaklarını söylemişler.
Bunun üzerine zehirli kurbağa: " Dediğinizi yapmazsam yıllar sonra beni kimse hatırlamaz mı? " diye sormuş.
Bilge kurbağa: " Tabi hatırlamaz. Ancak kahramanlar hatırlanır. Dediğimizi yapmazsan unutulur gidersin. "
Zehirli kurbağa: " Ben unutulmak istemiyorum. Kahraman olmak istiyorum. " demiş ve arka ayakları üstünde doğrulup göğsünü şişirmiş ve leyleğin yanına gitmiş. Leylek onu görmüş ve yakalayıp yutmuş. Böylelikle leyleğin de zehirli kurbağanın da hayatı son bulmuş. Bataklıktaki kurbağalar, zehirli kurbağanın adını altın harflerle ağaçlara yazmışlar. Aradan yıllar geçmesine karşın unutmamışlar. Adını hep Kahraman Kurbağa olarak hatırlamışlar.
-----------------------------------------------------------
YAVRU AYI TOMBİK
Ayının biri üçüz yavrulamış. Son doğan yavrunun adı Tombik'miş. Bir ay geçmiş, iki ay geçmiş Tombik'in boyu kardeşlerinin yarısı kadarmış. Anne ayı bakmış Tombik büyümeyecek yavrusunu terk etmiş. Tombik'i ormanda ağlarken gören bir geyik onu sahiplenmiş. Sütüyle beslemiş, annelik yapmış. Geçen yıllarla birlikte Tombik büyümüş, kocaman bir ayı olmuş. Bu arada geyik yaşlanmış ve eskisi gibi hızlı koşamaz olmuş.
Bir gün geyik ayılara yakalanmış. Bu ayılar, Tombik'in annesi ve büyümüş olan iki kardeşiymiş. Geyik bağırmış, Tombik'ten yardım istemiş. Tombik hızla gelerek kendisini besleyip büyütmüş olan geyiği kurtarmış. Bunun üzerine anne ayı yıllar önce terk ettiği yavrusunu tanımış: " Tombik, sen misin yavrum? Ben senin annenim. Bak bunlar kardeşlerin. Geyiği bırak da kendimize ziyafet çekelim. "
Tombik: " Evet, ben Tombik'im. Sen de beni yıllar önce terk eden annemsin. Beni bu geyik buldu. Sütüyle besledi, büyüttü. Bana iyi bakın, onu size yedirmem. "
Anne ayı: " Benim güzel oğlum, ben seni terk etmedim, ormanda kaybettim. Sonra çok aradım ama bulamadım. "
Tombik: " Çok mu aradın? Onun için defol git, gelme peşimizden diyordun. "
Anne ayı: " Tombik, ben senin annenim, seni ben doğurdum. "
Tombik: " Doğru, doğurdun ama beni bu geyik büyüttü. Doğuran mı, büyüten mi dersen, ben büyüten diyorum. "
Anne ayı, Tombik'in geyiği bırakmayacağını anlamış ve iki yavrusuyla oradan uzaklaşmış. Tombik yaşlı geyiği kucağına alarak barınak olarak kullandıkları mağaraya götürmüş.
-----------------------------------------------------------
KARTALLAR ÖRDEK OLMAZ
Ördekler, daireler çizmişler, aralarında oyunlar oynarlarmış. Bu oyunların kendilerine yararı çok, başkalarına zararı yokmuş. Gün gelmiş bir ördek çıkmış, diğer ördekleri bir oyun oynamaya zorlamış. İlk anda taraftar toplamış ama pek çok ördek bir oyun oynamaya razı gelmemiş. Sonra kavga çıkmış. Tek tekçi ördek kararında diretmiş. Zamanla taraftarları çoğalmış. Kavgalarda galip gelen taraf olmuş. Ünü giderek yayılmış. Tek tekçi ördekten sonra pek çok ördek onun tahtına oturmuş ama bunlar tek tekçi ördeğin reklamını yapmışlar, onu övmüşler, göklere çıkarmışlar.
Aradan yüzyıllar geçmiş. Bir gün ördekler bir kartalı yakalamışlar ve boyun eğdirmeye çalışmışlar. Ayaklarına pranga vurmuşlar. Kartal bir oyunun zararını, çok oyunun yararını bıkmadan ördeklere anlatmış, durmuş. Ördekler, kartalın fikirlerini alkışlıyorlarmış ama nedeni bilinmez bir şekilde bir oyun kuralına bağlı kalmışlar. Yıllar sonra ördekler, kartallar ördek olmaz diyerek gitmesi için, onun ayaklarındaki prangaları sökmüşler.
-----------------------------------------------------------
KORKAK ASLAN
Kral aslan çok korkakmış. Çevredeki ormanların kralları elçi göndererek savaş çıkaracaklarını söyleyip altın isterlermiş. Korkak kral da, aman, savaş çıkmasın, barış içinde yaşayalım, deyip istenen altınları gönderirmiş. Yapılan antlaşma bir yıl sürermiş. Süre sonunda bir elçi gelir ve yeniden anlaşmak için altın istermiş. İstenen altının dozu giderek artmış ve beş bin, on bin altını bulmuş. Hazinedeki altınlar giderek azalmış. Kral aslan vezirlerini toplamış ve soruna çözüm aramaya başlamış. Vezirlerin ortak görüşü, sorunu kurnaz tilkinin çözeceği şeklindeymiş. Kurnaz tilki saraya davet edilmiş, olanlar anlatılmış.
Kurnaz tilki: " Sayın kralım, beni baş vezir yaparsanız sorunu kısa zamanda çözerim. " demiş.
Kral aslan: " Yeter ki savaş çıkmasın, altınlar bitmesin de ne istersen yap. Kurnaz tilki şu andan itibaren baş vezirimsin. Tam yetkiyle işe başla. "
Baş vezir tilki saraydan çıkıp gitmiş. Bir kaç saat sonra döndüğünde yanında uzun yeleli bir aslan varmış. Bu aslanı tahta oturtmuş ve gelirken verdiği talimatı aynen uygulamasını istemiş. Elçiler, salona alınmış ve onlar savaş tehdidiyle yüksek miktarda altın istemişler ama dublör aslan bağırıp çağırmış. Kalabalık bir ordu kurduğunu, savaş istediğini ve eğer canları tatlıysa on biner altın getirmelerini ihtar etmiş: " Yoksa ordumla gelirim ve taş üstünde taş bırakmam. " demiş. Koşar adım salondan çıkan elçiler, birkaç gün sonra on biner altın vererek birer yıllık barış antlaşması imzalamışlar. Olanları gizlice yan odadan izlemekte olan korkak kralın neşesine diyecek yokmuş. Dublörünü yüksek bir maaş karşılığında işe almış ve uzun yıllar onun gölgesinde krallığını sürdürmüş.
----------------------------------------------------------------
MAVİ YARASA
Çok büyük bir mağarada milyonlarca yarasa yaşıyormuş. Bu yarasalar, gündüzleri mağara tavanına tutunarak uyurlar, hava karardıktan sonra, mağaradan çıkıp yiyecek ararlarmış. Doğada yiyecek bol, meyveler, yemişler, dala konmuş böcekler, havada uçuşan sinekler, kelebekler, arılar. Yarasalar, sabaha karşı, mağaralarına dönerlermiş. Bu böyle günlerce, aylarca, yüzyıllarca devam etmiş.
Yarasalar, fikir üstüne fikir eklemeyi bilmezlermiş. Kendilerine yavruyken öğretilen fikirler varmış ve bunlara göre hareket etmeleri istenirmiş. Şu şöyle olmasa böyle olsa demek yasakmış. Şuradaki iki durum birbiriyle çelişiyor demek yasakmış. Yasaklara uyarlarmış çünkü özgün düşünme yetenekleri varmış ama kullanmamaları öğütlenirmiş. Pek çoğunun bu yetenekleri kullanılmadığı için körelmiş.
Bir genç yarasa varmış ki, bambaşka duygular içindeymiş. Geçmişten gelen, bugünü karartan, geleceği yok etmeye hazırlanan eskimiş fikirlerden hoşlanmıyormuş. Zamanla taş eskiyormuş, neden fikirler eskimesinmiş. Yarasalar, genelde siyah renkli olurlar ama kahverengi, beyaz ve sarı renkli olanlar varmış. Genç yarasa mavi renkliymiş. Mavi yarasa bu özelliğiyle diğer yarasalardan ayrılıyormuş.
Mavi yarasa aylar boyunca düşüncelerini diğer yarasalara anlatmış. Zamanla söyledikleri kabul görmeye başlamış. Mavi yarasa onların gündüzleri de mağaradan çıkmasını istiyormuş.
Bir gün öğleye doğru milyonlarca yarasa mağaradan dışarı çıkmış. Ne demek yarasa sadece gece uçarmış. İşte gündüz de uçuyormuş. Yarasalar, o gün, mavi yarasanın önderliğinde güzel bir gün geçirmişler. Ortalık günlük güneşlik ve aydınlık, karanlıkta bir şey göreceğim diye gözlerini kısmak yokmuş, beynini büzmek yokmuş. Basmakalıp düşüncelerle donanıp mavi yarasayı üzmek yokmuş.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım