Yemek yeme ve beslenme, kültürün bir parçası olması hasebiyle topluluklara göre farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar iklime, toprağa, coğrafî ve ekonomik yapıya ve en önemlisi geleneğe göre şekillenir ve bu süreçte beslenmeye dair belirli alışkanlıklar kazanılır. Bu bakımdan Selçuklu Anadolusu’ndaki beslenme ve yemek kültürünün bütün muhtevasıyla tespit edilebilmesi, Anadolu’da göçle birlikte Orta Asya’dan farklı olmak üzere şekillenen kültürel unsurların tespitine bağlıdır. Dolayısıyla Selçuklu mutfağı, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri zengin âdetleri ile Anadolu’da var olan tecrübe dikkate alınarak incelenmelidir.
Türklerin kendi kültür tecrübeleri ve yeni memleketleri olan Anadolu’daki tecrübenin, İslâm akidesine uygunluğu nispetinde bir karışımı olan Selçuklu Mutfağı, Türk mutfağının gelişim sürecinde mühim bir dönemi oluşturur. Anadolu’nun fethi ile birlikte Orta Asya’ya nazaran daha mutedil bir coğrafyaya gelen Türkler, hem coğrafyanın sunmuş olduğu imkânlar hem de sahip oldukları tecrübe sayesinde beslenme ve yemek kültürlerini de zenginleştirmişlerdir.
Türkler çok eskiden beri birçok millete komşuluk yapmış, birçok kültürle tanışmış ve onlarla iç içe yaşamışlardır. Bu kültürel alışverişler hiç şüphesiz yemek kültürüne de tesir etmiştir. Ancak Türklerin şifahî (sözlü) bir geleneğe sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu tesirin hangi boyutta olduğunu tespit etmek oldukça zorlaşmaktadır. Bu bakımdan, şifahî kültürün en mühim kaynağı olan destanları, Türk kültürünün gelişmesinde mühim bir dönem olan 11. yüzyılı ve bu devrin iki mühim Türk düşünür ve yazarı Yusuf Hâs Hâcib (v. 1077) ile Kâşgarlı Mahmûd (v. 1105)’u iyi anlamak gerekmektedir.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 104. sayısından (Nisan 2017) okuyabilirsiniz.